17 Eylül 2013 Salı

Gezdim Gördüm #3: Madrid ve Endülüs

İspanya ile başlamışken, bu sıcakkanlı güzelim Akdeniz ülkesiyle ilgili yıllar içinde gezdiğim gördüğüm tüm detayları aktarmak istiyorum. Temmuz ve ağustostaki yazılardan sonra bu ayki Madrid ve Endülüs ile İspanya defterini şimdilik kapatıyorum. (önümüzdeki yıllarda farklı şehirlerle geri açmak üzere)

Madrid ile başlayalım. Evlenmeden önce ailemle gittiğim bu turda Setur' u seçmiştik ve belirtmeliyim ki tur boyunca hiçbir sıkıntı yaşamadık. Grubun kalabalık olmasından kaynaklanan olası problemlerin hiçbirini yaşamadık. Rehberimiz Aslı Hanım ise işini severek yaptığından aktardıklarını keyifle dinledik. Hafızam genelde çok kuvvetli olmasına karşın rehber bilgilerini es geçmiş olduğumdan sadece isimler mevcut gezi yazılarımda, şimdiden duyurulur :)

Sabah erken saatlerde Iberia havayollarıyla Madrid semalarından inişe geçtik. Temmuz sıcağının sabahın erken saatlerinde bile ne kadar kavurucu olduğuna inanamazsınız. (Madrid sıcağını Cordoba sokaklarında baygınlık geçirmemek için başımdan aşağı su boşaltırken mumla arayacağımı tahmin edemiyorum tabi o an) Otele yerleşir yerleşmez Madrid turu başlıyor. İlk durak Don Kişot anıtı. Yanındaki yaveri Sanço Panza ile  poz vererek yolumuza devam ediyoruz.




Buradan Cristobal Colon (Kristof Kolomb) heykelini görmeye ve Puerto del Sol meydanına geçiyoruz. Bu meydan oldukça büyük ve canlı olduğundan pek çok konsere ve çeşitli etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda İspanya' nın ulaşım sisteminin de merkezi. 







Buradan Madrid' in heyecanla beklediğim en ünlü müzesi Museo Nacional del Prado' ya geçiyoruz. Diego Velazquez, El Bosco, Goya gibi İspanyol ressamlar başta olmak üzere pek çok İtalyan ressamın da eserinin bulunduğu bu büyük müzeyi gezmek gerçekten çok keyifli ve etkileyici. El Bosco' nun "El Jardin de las Delicias" ını, Velazquez' in "Las Meninas" ını dünya gözüyle görmelisiniz.

Akşam yemeği için rehberimizin tavsiyesi üzerine İspanyolların da sıklıkla tercih ettiği köklü bir mekan olan La Cabaña Argentina adlı bir Arjantin restoranını tercih ettik. Bildiğiniz gibi Arjantin mutfağı dendi mi akla sığır eti gelir. En çok sığır üreten ülkenin bunu pişirmedeki başarısı da dünyaca ünlü oluyor tabi. La Caaña' yı da bu yüzden tavsiye ediyorum Madrid' e yolunuz düşerse. Akşam yemeği İspanya' da 22.00' den itibaren anlam kazandığı için biz de bu saatte gidiyoruz ve geceyarısına doğru mekandan ayrılıyoruz. Buradan sonra ünlü gece hayatına olan merakımızı gidermek üzere Madrid' in en havalı gece klüplerinden birine giriyoruz. Palacio de Gaviria! Evet burası 19. yüzyıldan kalma gerçek bir saray. Gece klübüne çevrildiğinde duvarlardaki tüm freskler ve tarihi doku korunmuş. Dolayısıyla kendinizi sarayda bir baloya davet edilmiş gibi hissedebilirsiniz. Burası sadece disko olmaktan ziyade her türlü dans etkinliğinin yapıldığı bir dans klübü. Farklı salonlarda farklı etkinliklere, tango veya vals gecelerine denk gelmeniz olası. Görülmesi gereken bir mekan. 




Buranın bir gece klubü olduğunu tahmin edebilir misiniz?

Malum tur yolcusuyuz, ertesi gün yoğun bir program bizi bekliyor. Gece gezmesini fazla uzatmayarak hemen yakınlardaki İspanyol güzelliğini tatmaya gidiyoruz: "churros con chocolate". Bunu her gören Türk evladı, "aaaa bizim tulumba" yakıştırmasını yapar ki değil! İnsan yapısı gereği kendinde olanla bağ kurarak yeni olana yakınlık kurmak ister, tamam, buna karşı değilim ama yurtdışına çıkıp da kıyasladığı şeyin kendindekini övüp, oradakini küçümseyenlerin tavırlarını anlayamıyorum açıkçası. Farklı bir yerdesin, senin ülkendeki daha güzel olabilir ama oraya uyum sağla, tatilin keyfini çıkar işte! :) Evet tulumbamıza şeklen benziyor ama şerbetli değil, hamur yağda kızartıldıktan sonra üzerine şeker serpiliyor ve sıcak çikolataya batırılarak yeniyor. Yolunuz düşerse mutlaka deneyin. 



İkinci günümüzde erkenden yollara dökülüyoruz, Toledo' yu görmeye. Bu tur extraydı, Madrid' e fazla zaman kalmıyordu gezmeye ama yine de Toledo' yu görmeden edemedim. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan İspanya' nın eski başkenti 16. yüzyıldan bugüne kadar değişmeden gelmiştir. Şehrin katedrali ise ünlü ressamların eserlerine ev sahipliği yaptığından dünyanın önde gelen müzelerinden de kabul edilir aynı zamanda. Katedral çıkışında yerel bir fotoğrafçı siz daha ne olduğunuzu anlamadan fotoğrafınızı çekiyor kaçak göçek. Siz yürüyüp gidiyorsunuz anlam veremeden sonra şehrin kapılarından çıkarken resminiz minik tabaklara basılmış birer Toledo hatırası haline geliyor. İzin ver bari poz verelim öyle çek :)


Akşam Madrid' e döndüğümüzde ise otelde kendimize bir çeki düzen verdikten sonra hazırlanıp çıkıyoruz. Önce yolumuzun üzerindeki Debod Temple' a uğruyoruz. Bu bir Mısır tapınağı. İspanya' da Mısır tapınağının işi ne? Şu ki; bu tapınak M.Ö. 2. yüzyılda Mısır' ın Aswan kentinde (Mısır gezimi yazdığımda Aswan' dan bolca bahsedeceğim) inşa edilmiş. 1960' ta Büyük Aswan Barajı' nın inşası esnasında tapınağın varlığı tehlikeye giriyor ve bunun üzerine UNESCO dünya çapında bir çağrı yapıyor bu tarihi mirası kurtarabilmek için. Önceden Abu Simbel tapınaklarını kurtarmış oldukları için de Mısır hükümeti Debod tapınağını İspanya' ya bağışlıyor. Hikaye bundan ibaret. 

O zamanlar henüz Mısır' daki Philae, Karnak, Luxor, Komombo gibi muazzam tapınakları görmemiş olduğumdan Debod Temple da bir hayli etkilemişti.

Tapınak turu biter bitmez Madrid' in en büyük ve en güzel parkı olan, şehrin kalbi El Parque del Retiro' ya geçiyoruz. Tabii ki flamenko şov için. Parkın içinde yer alan Florida Park adlı mekanda muhteşem gösteriyi izliyoruz sangrialarımızı yudumlayarak.



Üçüncü gün Cordoba' ya doğru yola çıkıyoruz otobüsle. Zaten devamlı yollardayız. Rehberimiz Aslı Hanım "bir İspanyol' a 7 günde 6 şehir gezdim diye bu turu anlatsanız kafayı yer" diye boşuna demiyordu. Onlar gibi rahat ve yavaş bir millet için biraz zor bir program. 

Bizim tarihten özellikle camisi ve medresesiyle tanıdığımız Kurtuba gerçekten çok etkileyici bir şehir. Bir dönem yoğun bir Müslüman nüfusa ev sahipliği yapmış olan Endülüs bölgesinde görebileceğiniz çoğu eser Mudejar tarzında. Mudejar, İber yarımadasına Hristiyanlığın geldiği yıllarda burada yaşamaya devam etmiş Müslüman topluluğa deniyor. Tabi ister istemez bu dönemde Arap ve oryantal etkiler söz konusu. 

Şehre vardığımız gibi sonradan kiliseye çevrilen Cordoba camisini geziyoruz. Şu an tamamen turistik amaçlı geziliyor, ibadethane olarak kullanılmamakta. Ardında meydanda keyifli ama aylak aylak dolanarak bir tur atıyoruz ve Yahudi mahallesi olarak bilinen Juderia' ya geçiyoruz.

Cordoba Camii

Bu kadar gezi yeter diyoruz çünkü 50 derece sıcağı gördüğümüz Juderia' nın dar sokaklarında turlarken en son sıcaktan bayılmamak için başımdan aşağı bir şişesi su boşalttığımı biliyorum ki bu beni tanıyanlar için fazlasıyla şaşırtıcı bir durum :) Ve bunun hemen ardından İspanya kralının da Cordoba' ya geldiğinde gittiği restaurant olan Juderia' daki El Caballo Rojo' ya geçiyoruz yemek için. 1960' lardan beri hizmet veren bu köklü mekanda balık ve kırmızı et de yenebiliyor. Hatta boğa kuyruğu meşhurmuş ama vejeteryan olmamama rağmen bu kadar da sakatata girmeye lüzum yok diyerek balık tercih ediyorum. Gerçekten yediğimiz her şey çok lezzetliydi, dolayısıyla bu restaurantı da gidilecekler listenize ekleyebilirsiniz gönül rahatlığıyla. Çıkışta yine meydanı ve çevreyi turlayarak günü bitiriyoruz.

Bu bol saksılı evlerin duvarlarını gördünüz mü bilin ki Endülüs' tesiniz.


Dördüncü gün tabii ki yine yollar yollar... İstikamet Granada. Granada İspanyolca' da nar demek ve şehrin ambleminde de görebiliyoruz.


Granada demek Endülüs Emevileri' nden kalmış olan görkemli Al-Hambra Sarayı demek. 1200' lü yıllarda yapımına başlanan saray İslam medeniyetinin belki de en nadide eserlerinden. 19. yüzyılda restorasyonuna başlanmış ve ancak 20. yüzyılda bitirilebilmiş, restorasyon öncesi adeta dilenci yuvasına dönmüş olan atıl saray tekrardan kazanılarak turist ziyaretine de açılmıştır. Bahçelerini de gezerseniz -ki tavsiye ederim- rahatlıkla 2-3 saatte ancak bitirebilirsiniz sarayı.




Saray sonrasında Granada' nın ünlü caddesi Granvia' da geziyoruz. Endülüs kültürüne dair pek çok ürün bulabileceğiniz harika mağazalar var. 


Granada Katedrali ise son durağımız. İçinin ne kadar görkemli inşa edildiğine bakar mısınız? Gotik yapılması planlanan katedral yapım esnasında Barok ögeler de eklenince bir hayli gösterişli bir hal almış.


Granada' yı da bitirip otelimize dönüyoruz. Endülüs' teki son günümüz ise Sevilla' ya ait. Ertesi gün erken saatte tekrar otobüse doluşup yollara dökülüyoruz. Sevilla bana kalırsa Endülüs bölgesinin incisi. Her ne kadar ülkenin iç kısımlarında kalsa da bir sahil şehri kadar neşeli ve dinamik bir yapısı var, tam bir Akdenizli. Şehre girer girmez Plaza de Espana' ya uğruyoruz. Bu güzel kızıl meydan 1928 yılında inşa edilmiş ve Rönesans ruhunun İspanyol zevki ve mimarisiyle birleşimi olarak görülür. İleride gördüğünüz kolonların altındaki her bölmede İspanya' nın her şehri isimleri yazılarak mermerlerle betimlenmiştir.


Bu turu bitirip yine UNESCO Dünya mirası olarak ilan edilen ve Avrupa' nın hala yaşam sürülen en eski sarayı olan Alcazar' a geçiyoruz. 14. yüzyılda Araplar tarafından yapılmış olan bu saraya tabii ki yine gösterişli Mudejar tarzı hakim.


Saraydan sonra bir diğer ihtişamlı yapı olan Catedral de Sevilla' ya geçiyoruz. Bu katedralin içini gezmedik ancak sonradan biraz araştırdım da kesinlikle görülmesi gerekirmiş.



Görkemli sarayı gezdikten sonra Barrio Santa Cruz caddelerinde gezinebilir, flamenkoya dair her türlü malzemeyi daha uygun fiyatlı olarak bulabilirsiniz. Madrid' de veya İspanya' nın farklı bir şehrinde flamenko gösterisi izlemiş olsanız bile Sevilla' ya geldiğinizde daha yerel bir mekanda bir gösteri daha izlemenizi tavsiye ederim. Ben o zaman fırsat bulamamıştım ancak flamenko ruhunu en içten hissedebileceğiniz şehirlerden biridir Sevilla.

Birbirinden güzel şehirleri, capcanlı sokakları ve neşeli kültürüyle merakınız yoksa bile İspanya' yı görülecek yerler listenize almanızı öneririm. Geldiğinizde mutlaka kendinizi bu sıcak insanlara ve etkileyici tarihe kaptıracaksınız ;)

Not: Bu turumuzun bitimi Barcelona iledir esasen. Ancak zaten sadece 1,5 gün gezebidiğimiz için Barcelona' nın detaylarına diğer yazımdan buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.  

Edit Not 2: Bu yazım Türkiye' nin ilk flamenko dergisi Azul Mavi dergide gezi yazıları bölümünde de yayınlanmıştır.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Didim Marina ve Yat Dekorasyonu

Hafta başında ufak bir kaçamakla Didim' deydik arkadaşlarımızın daveti üzerine. Buranın en yeni cazibe merkezi 3 yıl önce açılmış olan D-Marin Yat Kulübü. Henüz boş dükkanlar olsa da içeride ilginizi çekebilecek mağaza ve cafe, restaurantlar mevcut. Gitmişken hemen sizler için görüntüledim. Hazır yatlar ve teknelerden konu açılmışken bunların dekorasyonuna da değinmek istiyorum bu güzel haftanın ilk gününde.

Didim marina ile başlayalım.



İçeri girdiğinizde geniş lobide hemen sizi karşılayan, nereye geldiğinizi hatırlatan bir ambiyans var.


D-Marin resepsiyon

Eylül ayının dinginliğinde sahiplerini bekleyen yatlar...


Marinanın kendi cafesinin masa dekorasyonu

Yine marinanın içindeki tam sahil evlerine uygun renk ve dokularda dekore edilmiş olan Keyf adlı cafe


Çatal bıçak kaşık desenli duvar kağıdı sizin mutfaklarınız için de güzel bir alternatif




Tekne ve yatlarda hem alandan kazanabilmek için hem ortada dolanan sandalyelerle uğraşmamak için en güzel tercih köşe dönüşlü oturma grupları. İstenildiğinde anında devrilip güzel bir şekerleme yapabilmek için de ideal ;)




Bu örneklerle insanın bugün koşup tekne alası geliyor.





Mermer hakim banyoda jakuzi keyfi


Sizin favoriniz hangisi?

15 Eylül 2013 Pazar

Merdivenler ve Tırabzanlar

Tasarım, dekorasyon, şıklık ucu bucağı olmayan bir dünya. Bir işe girişildi mi hep layıkıyla yapılması taraftarıyım. O yüzden "burası da böyle olsun canım" diyemiyorum hiçbir zaman. Maalesef zaman zaman evlerde bu fikre kapılındığını görüyorum. En çok hangi alanda mı? Tabii ki merdiven ve tırabzan tasarımlarında!  

Tarzını çok çok çok beğendiğim iç mimar Eren Yorulmazer' in dekore ettiği Pelican Hill malikanelerinden biri; hol ve merdiven alanı. 

Normalde fazla detayına girilmeyen bu alan aslında "içinde merdiven bulunan evlerin" bel kemiği bana kalırsa. Herhangi bir estetik kaçınılmazlığı aranmayan, tamamen işlevselliğin hakim olduğu merdiven ve tırabzanların kesinlikle bir karakteri olmalı. Evinizin genel dekorasyon tarzı neyse onunla uyumlu materyaller kullanmalısınız. 

İsterseniz parke kaplayın, isterseniz mermer. Bir seçenek de halı döşeme ama bu her stile uymayabilir, renk ve ambiyans uyumunu göz önünde bulundurmalısınız.


Ev içinde veya dışında sıradışı malzemeler de kullanılabilir. Dağ evleri veya ormanla iç içe evlerde bu tarz dal uygulamalı tırabzan kullanarak farklılık yaratabilirsiniz.


Saraylarda, köşklerde bir vazgeçilmez, çift kanatlı merdivenler



Eğer evinizi yeni yaptırıyorsanız veya derin bir tadilata girdiyseniz klasikleşmiş olan ev giriş kapısının sağı, solu veya karşısındaki köşede yer alan merdiveni biraz kıpırdatabilirsiniz. Üst katta açılacak boşluktan aşağı, girişin veya metrekareniz izin veriyorsa salonun orta yerine sarmal bir merdiven inebilir.

Klasik hep güzeldir, risksizdir

Pleksiglass merdiven tırabzanları son yıllarda sıkça tercih ediliyor.


Evinizde sürrealist dokunuşlar görmek istiyorsanız spirallerden, sarmallardan oluşan farklı formlarda tırabzanlar yaptırabilirsiniz.


Düz ve herhangi bir değişiklik yaratamayacağınız düzlemde merdivenlere sahipseniz, hala hareket şansınız var! Yapışkanlı kağıtları ozalitçilerde istediğiniz deseni istediğiniz ebatta bastırabilir, pratik bir şekilde evinizi canlandırabilirsiniz.


Yine modern bir form ama son derece organik! Doğa etkilerini evinizin içine taşımak istiyorsanız ister ahşaptan ister demir ferforjeden ağaç kökü ve dallarını merdiveninizde hayata kavuşturabilirsiniz.


Sizin ne tarz merdivenler ve tırabzanlar hoşunuza gidiyor? Tercih önceliğiniz ne?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...