Birkaç yıl önce ailece çıktığımız bu geziyi tur acentelerinin Birleşik Krallık programlarını yetersiz bulduğumdan A' dan Z' ye ben planladım. 5 gün Londra, 2 gün Edinburgh (İskoçya bir sonraki gezi yazısının konusu)
İlk gün Heathrow' a inişimiz üzerine önceden internetten kiraladığım arabamızı alarak havaalanından Bloomsbury bölgesindeki otelimize (Thistle otel zincirleri) geçtik etrafı keşfede keşfede.
Otele yerleşir yerleşmez programı adım adım uygulamaya koyulduk. Birkaç sokak üstümüzde yer alan Charles Dickens' ın evi ilk durağımızdı. Benim gibi İngiliz dili edebiyatı okumuş biri için yazarları baz alan bir tur kaçınılmazdı, bunu adım adım anlayacaksınız zaten. 19. yüzyılın etkileyici havasını solumak için birebir bu nostaljik ev... Günün devamı etrafı keşifle geçti.
İkinci gün bizi yoğun bir program bekliyordu. İlk istikamet balmumu heykelleriyle ünlü Madame Tussauds müzesi.
Onlarca heykele ev sahipliği yapan müzenin bazılarında ifade farklılığı olsa da bazıları birebir benziyordu.
Perçeminin düşüşüne kadar aynı yapılmış olan Susan Sarandon heykeline inanamamıştım!
Madame Tussauds gezintimiz bitince hemen birkaç sokak ilerideki Baker Street 221B adresinde alıyoruz soluğu. Yani Sherlock Holmes' un evinde :) Kitaptaki tasvirlerden uyarlanan bu tipik İngiliz evi hayallerinizi hiç de boşa çıkarmıyor, benim için öyle oldu. O resimlerle gözümde ne canlandırdıysam karşımdaydı.
Tabii ki Mr. Holmes ve Dr. Watson' ın koltuklarına kurulup fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedik.
Buradan çıkıp hızlıca bir şeyler atıştırıp Buckingham Sarayı' na geçtik. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için internetten bulduğum bir fotoğrafı paylaşıyorum. Sarayın ne kadar gösterişli olduğunu bilmem söylememe gerek var mı? Taç giyme salonu, yemek salonu, eski kral ve kraliçelerin kıyafetleri ve gelinlikleri hepsi birbirinden etkileyiciydi. Fotoğraflardan görmeye alışkın olduğumuz elbiselerin kendileriyle baş başa olmak güzel bir his.
Bu arada bir uyarı geçeyim: Sarayın hediyelik eşya dükkanına dikkat edin, edemeyecekseniz resmen para biriktirip gidin. Havlusundan ajandasına, takılardan mutfak malzemelerine, rehber kitaplarına kadar yok yok! Ve ürünler de iş olsun diye konulmamış hepsi özenli hepsi iyi kalite malzemelerden üretilmiş. Her şeyden ama her şeyden birer örnek almak isteyebilirsiniz. Kendinizi saraydan bir parça kullanıyor hissedebilirsiniz rahatlıkla.
Sarayın altın işlemeli en gösterişli tören arabası. Saray bahçesinde de şöyle bir tur attıktan sonra Southwark bölgesine geçiyoruz. Shakespeare' in Londra' da oyunlarının sahnelendiği Shakespeare' s Globe' a gittik bir oyun için bilet almaya. Malesef gitmeden önce site sorun çıkardığından biletleri önceden alamamıştık. Neyse ki Othello' ya bilet bulabildik bir sonraki güne :)
Bankside denilen nehir kenarında biraz turlayıp akşam yemeğimizi de burada yedikten sonra otele döndük günün yorgunluğuyla. Ertesi gün programımız Big Ben ve Parlamento binasıyla başladı. Kraliyet ailesinin düğün ve cenaze merasimlerinin yapıldığı Westminster Abbey de görülmeden olmazdı.
Günün diğer yarısı şehir dışına kaçacağımızdan malesef devasa dönmedolap London Eye' a binip enfes Londra manzarasını göremedik ama gideceklere şiddetle tavsiye edilir. Buradan sonra zamanında şehri koruma amaçlı yapılmış olan Tower of London' ı ve Tower Bridge' i geziyoruz.
Ve küçük bir aksaklık! Buradan trenle Shakespeare' in doğduğu kasaba olan kuzeydeki Stradford-upon- Avon' a geçmek istiyoruz. Aslında başta arabayla gidecektik ama 2 günde metroyu avuç içi gibi sökünce gerek yok deyip ele başı oldum. Ama isim benzerliğinden dolayı bambaşka bir yere geldik. İlk trenle Londra' ya dönüp arabamızı alıp tekrar yola çıktık :) Neyse nazarlık olsun, bu da elde harita yol yön bulmanın cilvesi. Yaklaşık 2 saatte vardığımız bu şirin mi şirin kasaba gerçekten görülmeye değer. Hele az biraz Shakespeare hayranıysanız gelmezseniz eksik kalır bir yanınız.
Kasabanın merkezi
1600 yılında basılan orijinal kopya.
İşte asırların yazarının doğduğu büyüdüğü oda.
Londra' da Shakespeare' s Globe olur da burada bi tiyatro mabedi olmaz mı? Bir prestij bir ekol olarak görülen Royal Shakespeare Company de burada. Buradan çıkıp zaten 1 saatte bütün kasabayı dolaşabilirsiniz. Sırasıyla doğduğu yaşadığı tüm evleri gezdik.
Gün sonunda epey yorgun olarak Londra' ya otelimize döndük.
Ertesi günü Oxford Street, Bond Street, Harrods gibi Knightsbridge bölgesinin alışveriş cennetlerine ayırdık. Bu şehre geliyorsanız bir parçacık alışverişi gözden çıkaracaksınız :) Çünkü burada her an her yerde sizi cezbedecek orijinal şeyler bulabilirsiniz. Birleşik Krallık topraklarına gelinir de high tea / afternoon tea alınmadan olur mu? "Getirin bana üzümlü çöreklerimi, clotted cream ile çilek reçelimi yanına da çayımı" Daha ne isteyebilir bir insan? Gitmeden 2 hafta önce Ritz Hotel London' a çay saati için rezervasyon yapmak istedim ama yine de geç kalmışım. 1 aylık rezervasyonları doluymuş! Tek bir güne alabilirim sizi dedi, o gün de biz Edinburgh yollarında olacaktık. O yüzden high tea ciddi bir iş, iyi program yapın :)
Biz de bunun üzerine Sheraton Park Lane Hotel' i tercih ettik. Çok da memnun kaldık. Servis tipik Sheraton kalitesi, lezzet olağanüstü, ambiyans etkileyici, hele bir de canlı arp dinletisi de eklenince yanına tümmm duyularımız bayram etti diyebilirim. Şiddetle tavsiye ederim.
Buradan sonra yediklerimizi biraz eritebilmek için Covent Garden ve Portobello taraflarına indik. Buralar şehrin daha bohem ama nabzının da attığı yerler. Punch&Judy yazısını gördüğünüz çatıya geldiniz mi işte Covent Garden' dasınız. Burada her an bir etkinlik olabilir o yüzden birkaç saatinizi geçirebilir, Portobello' da antika ve 2. el eşya alışverişi yapabilirsiniz. Vintage alışveriş için de buralar bulunmaz nimet.
Yepyeni günümüzü keyifle açıyoruz Hyde Park' ta. Yeşiliyle ünlü bu şehrin gürültüsünden uzaklaşıp mola vermek yoğun programımızda gerçekten iyi bir soluk oldu. Daha parka girdiğimiz gibi Horse Guards Parade ile karşılaştık. Kraliçenin askerlerinin her gün buradan geçişi. Atlar inanılmaz güzel, sağlıklı ve iri. Hatta bugüne kadar yakından bu kadar iri at görmemiştim.
Bu ucu bucağı görünmeyen parkta sincaplar eşliğinde yürüyüş yapıp, Kraliçe' nin kuğuları arasında (Birleşik Krallık' taki tüm kuğular Kraliçe' nin özel malıdır) deniz bisikletiyle turladık gölette.
Bu huzurlu molanın ardından kültür kültür kültür devam! İstikamet Trafalgar Square ve dünyaca ünlü, içinde binlerce parça paha biçilemeyen nadide eser barındıran National Gallery. Hakkıyla gezmeye kalksanız bir haftada ancak biter. Ne yazık ki böyle bir vakit olmadığından öncelikle ilgilendiğimiz bölümleri gezip metroya doğru yollanıyoruz. Eee Othello bizi bekler. İlk olarak 1599 yılında inşa edilen bina zaman içinde Püriten ayaklanmaları, yangınlar gibi pek çok badire atlatıp tekrardan inşa edilerek bugüne ulaşmıştır. Bina orijinali olmasa da o günlerdeki geleneğin hala yaşatılıyor olması çok güzel.
Oyun sonrasında yine yollara dökülerek bu sefer Notting Hill' e gittik. Londra' nın biraz daha dışında kalan bu sevimli yer filme konu olduğu kadar varmış. Öyle güzel bir hikaye bu kadar sıcak ve içten bir yerde anlatılabilirmiş. Gün sonunda da otele dönüp valiz hazırlıkları.. Malum Londra sayfasını sonradan defalarca açmak dilekleriyle kapatıp, daha hiiiçç doyamadan ertesi gün İskoçya' ya geçiyor olacağız. E bu da önümüzdeki ayın konusu.
Yol üzerinde Leeds yakınlarında uzaktan göze kestirip yakınlaştığımız şirin bahçe. İskoçya' ya geçmeden önce yol üstünde Leeds' e uğrayıp öğlen yemeğimizi yemiş olduk. Mini de bir Leeds turu attık.
NOT: Tarihsiz ve internetten alındığı belli olan fotoğraflar mecburiyettendir. Yıl biraz eski olunca fotoğrafların içeriği ve kalitesi elemeye tabi olabiliyor. Bence bana dua edin en yakın zamanda tekrar gideyim, size daha güzellerini çekeyim ;)