29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gezdim Gördüm #1: Barcelona, Andorra

Her yeni adımımı atarken duyduğum heyecan işte yine burada, pıt pıt kalbimde. Gezi yazılarının açılış kurdelesini burada kesiyorum sevgili okuyucularım :) Umarım zevkle takip edeceğiniz yazılar olur... Benim gibi dünya haritasında işaretleyeceği bir yeni noktaya daha aç olan, gezdiği gördüğü her sokağı caddeyi kendine kar sayan biriyseniz bu tarz gezi yazıları gitmeden önce okunması gereken olmazsa olmazlardandır. Ben de bu düşüncede olanlar için çorbada tuzum olsun mantığıyla gezdiğim gördüğüm yerleri sizlerle paylaşmaya karar verdim. Bunlardan ilki geçen hafta sizi buralarda yazısız bırakıp çıktığım tatilim Barcelona, Andorra ve Mallorca. Mallorca başka bir postun konusu olacak çünkü fotoğraflarla beraber hepsi epey uzun yazılar, hazırlanın uçuşa! 

Bir haftalık turumuzu tamamen kendimiz organize ettik. Şu sıcak yaz günlerinde hem gezme hem deniz tatili olsun dediğimizden, Mallorca ve Barcelona' yı kombinlemiş hiçbir tur şirketi de bulunmadığından iş başa düştü ki böyle fırsatlara bayılırım. İspanya ve onunla ilgili her şeyi oldum olası sevmişimdir. Taa lise birinci sınıfta Jennifer Lopez ve Marc Anthony' nin meşhuur düeti No Me Ames' ten sonra ben bu dili öğreneceğim dedim-öğrendim. Yine taa çocukluğumdan sevdiğim flamenkoyu yine ben bunu bir gün öğreneceğim dedim-öğrendim, 2.5 yıl emek verdim. E bu kadar sevip görmemek olmazdı İspanya' yı. 9 yıl önce ilk çıkarmayı yaptım kendilerine Madrid, Barcelona ve komple Endülüs turuyla (ki bu da başka bir yazının konusu olacak). Bu kadar ara verip özlem artmışken, İspanyolcam tüm kibiriyle hafızamdan silinmeye başlıyorken, tüm parametrelerimiz İspanya' yı gösterirken eşim ve diğer çift arkadaşlarımızla rotamızı belirledikten sonra iş planlamaya geldi. Malum, kısıtlı zamanda maksimum yer gezebilme adına oraya gitmeden tüm müzelerin açılış-kapanış saatleri, lokasyon ve ücretleri araştırıldı, birbirine yakın olanlar eşleştirildi, aynı zamanda bir Barcelonalı gibi yaşanabilecek her türlü detay programa alındı. 

Eşler biraz hazıra konarken biz sevgili Firuze' yle haritaların, kitapların, internetin altını üstüne getirerek enfes bir plan çizdik. Buna göre sabah erken uçağımız Barcelona' ya varır varmaz merkezi otelimize yerleşip kendimizi sokaklara attık. Saati saatine ayarlı programımız başka zamana elvermediğinden hemen kızlar erkekler ayrıldık ve onlar FC Barcelona' nın meşhur stadı ve müzesini gezmek için Nou Camp' in yolunu tuttular. Biz hiiiçç ilgilenmediğimizden şehrin en ünlü caddesi Passeig de Gracia' yı keşfe çıktık. 


Her yerde buram buram Antoni Gaudi mimarisinin hakim olması sevmeyeni için abuk subuk binaların olduğu ama seveni içinse tam bir masal kitabının içinde geziyormuş hissi yaratan bu cici şehirde ikinci adresimiz Gaudi' nin başyapıtı La Sagrada Familia' ya başlamadan önceki son eseri olan Casa Mila yani diğer adıyla La Pedrera idi. 


Şehrin simgelerinden biri haline gelen bu apartman denizdeki dalgaların ve yosunların verdiği ilhamla 1910 yılında tamamlanmış ve dahilinde hiç düz duvar barındırmamasıyla ünlü. Ünlü Mila ailesinin yaşadığı bu apartmanın dışı kadar içi de dönemi ve ailenin zenginliğini hayli vurguluyor. 


Ailenin çocukları için yaptırdığı bu devasa bebek evi de bunlara bir örnek. Fotoğrafı iyice yakınlaştırıp öyle incelemenizi tavsiye ederim, ben detaylara ve işçiliğine hayran kaldım.


Buradan çıkışta günü bitirmeden hemen yürüyerek (şehri keşfetmenin en güzel yolu) 15-20 dakikada vardığımız Gaudi' nin son şaheseri ve "bitmeyen kilise" olarak tarihe geçen La Sagrada Familia' ya (kutsal aile) geldik. 1882 yılında yapımına başlanan ve Gaudi' nin inşaat boyunca bazilikada kaldığı ancak tramvay çarpması sonucu hayatını kaybetmesinden dolayı o zamandan bu yana yapımı tamamlanamamıştır. Bunda modern mimarinin öncülerinden kabul edilen ünlü mimarın karmaşık tarzının çözülmesindeki güçlük ve o zamanki yöntemlerin günümüz teknolojisine uydurulmasında yaşanan sıkıntılar etkili olmuş. 2022 yılında bitmesi planlanıyormuş. Bence bitmiş halini de görmek gerek çünkü gerek dış gerek iç mimarisi oldukça etkileyici. İçerideki akustiğin güzelliğini söylemiyorum bile. Bir dipnot giriş biletinizi bizim gibi yapıp daha Türkiye' deyken internetten satın alırsanız 1, bazen 2 saate varan gişe kuyruğunu kolaylıkla geçmiş olursunuz, vaktiniz size kalır.



Bu turumuzu da tamamladıktan sonra ilk gün akşam yemeğimizi Pans & Company' e kurban vererek (yorgunluktan dolayı) son durağımız Illa de la Discordia üzerindeki yine Gaudi eseri Casa Battlo' ya gece çıkarmamızı yapıyoruz. Sebebi ise zaten ismi (house of bones-kemik evi) olan bu apartmanın gece ışıklandırmalarıyla çok daha görkemli ve ürkütücü duruyor olması. Günü tatlı bitirelim diyerek Barcelona' nın ünlü pastane-cafelerinden Farga' ya girip birbirinden güzel tatlılarından yiyoruz. Burada aynı zamanda hediyelik alabileceğiniz Gaudi mimarisine gönderme yapan ambalajlarla kaplı çikolata ve şekerlemeler de mevcut. (bu işleri son dakikaya bırakanlardansanız Barcelona havaalanının içinde de bir şubesi var) Bademli pastası ve limonlu cheesecake' ini tavsiye ederim. Benim yediğim crem catalana diye bilinen Katalan mutfağına ait anason aromalı üstü crem brulee altı cheesecake benzeri bir tatlıydı ki anasondan dolayı pek beğenmedim, notlarınızı alınız efendimmm...  




İkinci günümüz ise Andorra' ya aitti. Yine önceden biletlerini aldığımız otobüs ile sabah 8:15' te yola çıktık. 3 saat 15 dakikalık yolculuğun ardından kayak cenneti olarak bilinen ama turistlerin daha çok gümrüksüz alışveriş için tercih ettiği, tahmini 90000 nüfuslu bu şirin prensliğe vardık. İnternette ve kendi çevremden mutlaka gidin/gitmeyin diye pek çok farklı yorum duyup bocalamama rağmen, o dünya haritasına bir ülke daha ekleme merakıma yenilip "bir daha ne zaman gideceğim ki?" diyerek gitme kararı aldık. 

Sadece ve sadece 31 km² olan bu küçük ama zengin ülke bana Lüksemburg' u hatırlattı. Tipik şirin, sessiz, sakin, temiz, düzenli bir Avrupa şehri-ülkesi.


Gelelim notlara. Bir kere öyle söylendiği kadar çoookk ucuz bir ülke değil. Sadece gümrüksüz alışveriş. Aldığınız şeyin diğer ülkelerdeki vergi oranının fazlalığına göre mantıklı ve makul oluyor alışverişiniz. Parfümler genel olarak duty-free mağazalarından ucuz. Ülkemizdeki fiyatların üçte biri veya dörtte birine bulabileceğiniz diğer şey ise alkollü içkiler. Dönüşte havaalanından halletmeyi düşündüğünüz bu tarz alışverişinizi gözü kapalı burada bitirin çünkü iddia ediyorum hem kolay bulamayacağınız markaların hepsi mevcut hem de bu fiyatlar dünyanın başka yerinde zor bulunur. Örnek: Türkiye fiyatı 90 TL olan 1 Lt. Absolut' un 4,5 litrelik şişe fiyatı 107 TL' ye denk geliyor. İlgilisine duyurulur.

Elektronik alışverişiniz de varsa kesinlikle burada yapın. Cep telefonundan ziyade, kamera, Apple TV, Play Station, GoPro tarzı "büyüklere oyuncaklar"ın fiyatları oldukça makul. Kayak malzemesinde fiyatların çok uygun olduğunu duyduk ancak ne yazık ki Pireneler' e sırtını yaslamış bu kayak kentinde sezon dışı bulunduğumuz için hiçbir dükkanda bulamadık. 

Lüks markaların tamamının şubeleri yok, o yüzden ilgilendiğiniz özel bir marka varsa gitmeden önce internetten kontrol etmekte fayda var, fiyatlarda alınabilecek farklar olabiliyor. 


Fazla gezdik yorulduk, öğlen yemeği için buranın iyilerinden olan And Zone Burger' i tercih ettik. Gerçekten namını hak ediyor. Dana etinden yapılan lezzetli hamburgerlere baharatlı küp patatesler eşlik ediyordu, yanında gelen önce haşlanıp sonra tereyağı ve ne olduğunu çıkaramadığımız bir baharatla çevrilmiş mısır bir harikaydı. Sadece o mısır için bile Andorra' ya tekrar gidilir :) (Fazla mı boğaz düşkünüyüm emin olamıyorum bazen). Yemekleri bitirip turumuza devam ederken o ana kadar 28 derecede t-shirtle, sandaletlerle gezip bunaldığımız bu epey yüksekteki dağ şehrinde kara bulutlar belirip bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru görünce sabahtan beri bizi "bakın internet gök gürültülü sağanak yağışlı diyor" diye uyaran eşimi dinlemediğimize pişman olduk. Moralleri bozmayıp yağmurun ve Andorra' nın tadını çıkardık ve sokakları gezerken mutlaka burayı bir de kışın karlı zamanda görmek gerektiğine karar verdik. 

Bu fikirle akşam 20:15 otobüsümüze binip yola çıktığımız sırada Andorra bize son sürprizini yaptı. 10 dakika önce artık serinlemiş ama 14 derece civarına ancak gerilemiş olan hava henüz kararmamışken sınır kapısına yaklaştığımız sırada yerdeki çimenlerin üzerindeki en az 2 cm kar kalınlığıyla neye uğradığımızı şaşırdık. Şoktan fotoğraf makinasına ancak yetişip ucundan kıyısından görüntüleyebildik. Otobüs şoförümüz karın 15 dakika önce yağdığını söyledi. Meğer orada böyle havalar çok normalmiş. Bir günde dört mevsim lafının birebir yaşanmışı işte size! :) 




Rica ediyorum çok sevdiğim coğrafya hocalarım bunu bana açıklasın, biz böyle bir şey görmemiştik ama derslerde!? :) Yine de her şeyiyle Andorra' yı çok sevdik, size de tavsiye ederiz.

Ve 3. gün ve dopdolu bir program daha. Bugün eski şehir kısmını yoğunlukla gezeceğimiz için biraz hız kazanabilmek ve yerel halk gibi yaşayabilmek adına bisiklet kiraladık. Budget Bikes' tan kiraladığımız bisikletlerle gün Barcelona Katedrali' nde başladı. Sonra şehir tarihi müzesini gezecekken (Museu d'historia de la Ciutat) internette yazmamasına rağmen pazar günü kapalı olduğunu öğrendik, dışarısından bir tur atar atmaz rotamızı şehrin diğer önemli katedrallerinden olan Basilica de Santa Maria del Mar' a çevirdik. İyi ki de öyle yapmışız. Bazilikaya vardığımızda bir düğün töreni yapıldığını gördük ve tabii ki hemen içeri girdik izlemeye. Düğünden bir fotoğrafı instagram'da paylaşmıştım. Oradan sonra Picasso müzesine girmeye niyetlendiysek de ne yazık ki dar bir sokak olan Carrer Montcada' da bulunmasından dolayı bisiklet parkı epey uzakta kalmıştı ve çılgın gişe kuyruğundan burayı ziyareti sonraya bıraktık ama malesef tekrardan vakit bulamadık. Burası da Figueras şehrindeki Dali müzesi gibi bir sonraki gelişte gidilecekler listesine kaldı.

Barcelona sokaklarında bisiklet turumuz

Bisiklet tepesinde 35 derece sıcakta hayat kolay değil; o zaman yemek vakti! Şehrin güneyine doğru yollandık, sahile çok yakındaki muazzam güzel Parc de la Ciutadella'yı da bisikletle turladıktan sonra öğle yemeği için Port Olimpic' e geçtik. 


Olimpiyatlar nedeniyle bölgedeki fabrikaların kaldırılmasından sonra burası plaj, restaurant ve barlara ayrılmış. Cıvıl cıvıl bir bölge. Kordon boyunca solunuz baştan başa plaj ve güzel denizin keyfini çıkaranlarla dolu, sağınız ise sıcaktan bunalıp acıkan restaurantlara akın edenlerle. Bu iki arada kalan yürüyüş bisiklet yolundan bizde olsa eminim 2şer şeritli gidiş geliş yol yapılırdı. O kadar rahat ve ferah gezebiliyorsunuz. Buradaki mekanlar gece hayatında da oldukça renkli.

La Barceloneta plajı

Hemen Tapa Tapa adlı mekana giriyoruz daha fazla dayanamayarak. İspanya' nın olmazsa olmazı meze kıvamındaki tapas menüsünü inceleyerek öğlen saatlerine ağır gelmeden tok tutacak seçimler yaparak ortaya da İspanya' nın meşhur deniz ürünleri çeşnili bir tür pilavı olan paelladan sipariş veriyoruz. 


Kısa molada enerji toplayıp biniyoruz yine bisikletlere. Limanın kuzeybatısına doğru ilerleyip Monument a Colom yani Kristof Colomb heykelini gördükten sonra Barcelona' nın "bizim Taksim" diye ünlenen caddesi Las Ramblas' a giriş yapıyoruz. 



Palau Güell ve pek çok opera binasının üzerinde bulunduğu bu cadde gerek aşırı insan yoğunluğundan gerekse şehrin meşhur yankesicilerinin cirit atmasından dolayı bize çok keyif vermedi-yol boyunca ağaçlık, serin ve gölgeli olmasının dışında. Ara sokakta kalan Plaça Reial' in de havasını soluduk. Yol üzerinde tabii ki yine Gaudi eseri Palau Güell' i de gördükten sonra bisikletleri Las Ramblas' daki şubesine bırakmaya karar veriyoruz ki kötü bir sürpriz! Diğer şubede bisikletleri herhangi bir ofise bırakabileceğimiz söylenmişti ama buradaki ofis böyle bir şeyi Barcelona' daki hiçbir firmanın yapmadığını söyleyince sabahtan beri çoookk uzaklarda kalan ofise gidecek olmak o bitkinlikle bizi hüsrana uğratıyor, ta ki şubedeki görevli bir üst sokaktan girip 5 dakika dümdüz ilerlersek diğer ofise varabileceğimizi söyleyene kadar. Burada da şehrin geometrik olarak güzel planlanmış olmasının ekmeğini yedik açıkçası. Bu arada Las Ramblas üzerindeki yerel market olan La Boqueria da görülesi bir mekan, hem ayaküstü tapasçıların olduğu hem taze meyve, sebze ve hediyelik eşya bulabileceğiniz hareketli bir yer. 

Bisikletleri bırakıp otelde kendimize çeki düzen verdikten sonra tekrardan yemek ve akşamki flamenko gösterimiz için Las Ramblas' nın yolunu tuttuk. Palau de la Musica Catalana' daki showa geçmeden önce mekana yakın olan Attic restaurant' ta akşam yemeğimizi aldık. Servisin ve yemeklerin iyi olduğu bu mekanı öneririm. Özellikle yaprak yaprak kesilmiş kızartılmış enginarı ben de atıştırmalıklarım arasına aldım. Bu gelişimde dikkatimi çeken bir nokta genelde çok yavaş olan İspanyol restaurantları ve garsonlarının epey hızlanmış olmasıydı. Gittiğimiz hiçbir mekanda her zaman yapılan uyarılar gibi bir saat bir buçuk saat yemek beklemek durumunda kalmadık. Belki keyif insanı İspanyolların yemek saati olan 22.00' de değil de kendi biyolojik acıkma saatimiz olan 20.00 civarında gittiğimiz içindir. 

İspanya' nın vazgeçilmez içeceği Sangria' yı tatmadan dönmemek lazım. Klasik tarif adını aldığı "kan" olan kırmızı şaraptan hazırlansa da beyaz şaraplı versiyonları da var. Gerçek tada ulaşılması için bir gece önceden hazırlanması gerekiyor. Kırmızı şaraba katılan yarım ölçek brandy (veya portakal likörü de olabilir) biraz limon ve portakal suyu karıştırılır. Sürahinin büyüklüğüne göre az bir miktar şeker katılıp karıştırılır. Son olarak da içine aromasını vermesini istediğiniz tüm meyvelerden katabilirsiniz. Ancak klasiği kabuklu yeşil elma, portakal, yeşil ve sarı limon dilimleridir. İspanyol içkisi demişken bir not daha düşeyim. Yine onlara özgü köpüklü şarap olan "cava" da aklınızda olması gereken İspanyol klasiklerinden.


Ve geçiyoruz enfes flamenco şovu için Palau de la Musica Catalana' ya. 1908' de inşa edilen bu salon Avrupa' nın doğal ışıkla aydınlatılmış tek konser salonudur. Yine önceden biletlerini almıştık tabii ki işimizi şansa bırakmamak için. Size de tavsiyem aynı şekilde yapmanız yoksa yine kuyrukta çok vakit kaybedebiliyorsunuz üstelik de bilet bulamama ihtimali oluyor. 


Buradan çıktıktan sonra yine boğaz yine boğaz! :) Tatlı yemeden gece biter mi hiç? Konser salonunun çok yakınındaki (Plaça Catalunya' ya 5 dakika yürüme mesafesinde) 5 yıldızlı Ohla Hotel' in Michelin yıldızı sahibi Saüc Restaurant' ına uğradık. Karamelize muz ve yeşil limonlu cheesecake' i takdire şayandı gerçekten hem lezzet hem sunum açısından. 

Barcelona' daki son günümüz. Barcelona' nın ünlü tepelerinden Montjüic' teyiz. Burası pazartesileri kapalı olduğundan Museu Nacional d'Art de Catalunya' yı gezemiyoruz ne yazık ki. Malum, Barcelona' yı birbirine yakın bölgelere ayırarak gezdiğimiz bu bölüm pazartesine kaldı. Kapalı olan müzelere denk gelmiş olsak yine de optimumda değerlendirilen bir program yaptığımızı düşünüyorum, ne de olsa günlerce saatlerce çalışmanın emeği :) Bu tepede yer alan Poble Espanyol' u geziyoruz. 1929' da İspanyol mimarisinin genel hatlarını göstermek amaçlı geçici bir açık hava sergisi olarak yapılan bu mahalle sonradan halk tarafından benimsenmiş ve yıkım kararı durdurulmuş. 1980' lerin sonunda da yenilenmiş. Ayrıca tavsiyem Montjüic tepesinden teleferikle şehre inmeniz. Manzara ayaklarınızın altında.


Boğa güreşi daha çok Kastilya bölgesine ait bir gelenek olduğundan buradaki arena en son 1970' lerde kullanılmış ve sonradan içi alışveriş merkezi olarak düzenlenmiş. Alışveriş demişken buradan başka en kolay her şeyi bulabileceğiniz yer Passeig de Gracia. Burada hem lüks markaları hem de Mango ve Inditex grubundaki tüm markaları bulabilirsiniz. Ayrıca caddede biri başında biri sonunda olmak üzere iki adet "El Corte Ingles" bulunuyor, departman mağazalardan hoşlanıyorsanız burada da çok fazla seçenek mevcut.


Buradan bir diğer tepede konuşlanmış olan Parc Güell' e geçiyoruz. 1890' larda Kont Eusebi tarafında bahçe-şehir kurmakla görevlendirilen Gaudi 60 evden oluşan projenin çok az kısmını gerçekleştirebilmiş. Bunlardan en önemlileri de zaten seramik hayvanlarla süslü olan merdivenlerle balkonuna çıkılıp Hansel ve Gretel' deki pastadan evi andıran 2 sevimli Gaudi yapısı ve şehrin sembolü haline gelmiş olan seramik kertenkele. Bitmeyecek gibi gelen yürüyen merdivenlerle çıkılan bu dik yokuşlu tepe sonunda size Montjüic' ten de güzel bir Bacelona manzarası sunuyor.


Ve yine açlık! :) Tavsiye üzerine gidilecekler listesine aldığımız Barceloneta plajındaki Gallito adlı mekan da lezzetli yemekleriyle bizden tam puan aldı. Daha önce tatmamış olduğum sauvage pirinci de kesinlikle favorilerim arasına girdi. 


Buradan artık Barcelona turlarımızı tamamlamış olarak son bir yürüyüş için Passeig de Gracia' ya geçtik. Akşam yemeğimizi de Barcelona' nın en ünlü tapas restaurantı olan Catalana' da yedik. Rezervasyon almadığı gibi uzun kuyruk beklemenizi gerektiriyor. Bize başta 50-70 dakika verilen bekleme süresini biz tam pes etmek üzereyken başka pes edenlerin gitmeleriyle 30 dakikada kurtardık diyelim. Ama inanın gerçekten değiyor beklediğinize, Barcelona' daki en en en lezzetli tapaslardı yediklerimiz. 



"Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun" kısmını atlamayı sevmeyen, her güzelliği paylaşmak isteyen bir yapım olduğundan bu kadar detay verdim. Umarım gerçekleştirmenize ilham verecek bir gezi yazısı olmuştur. ;) Mallorca yazısı da resimleri ve tüm detaylarıyla çok yakında blogda olacak...

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Nerede Kalmıştık?

Herkese merhaba!

Özlem bitti! Tatil güzel, hoş ama insan evini, yerini, yurdunu, işini gücünü özlüyor. Gidilen yer ne kadar muhteşem ve etkileyici olsa da o dönüş saati geldiği an insan "tamam, tatil bitti o zaman artık bir an önce evde olmalıyım" moduna giriyor. Daha dün gece İstanbul' a ayak bastığımız için fotoğraf ve notlarımın derlenme aşaması bitmedi ancak bir haftadır yazamadığım ama kontrolde olduğum bloguma bir "ben geldim" notu düşeyim dedim, tabii ki sürprizlerle! 

Gitmeden önce size söylemiştim bloga yeni yazi dizileri eklenecek diye, şimdi onları açıklıyorum: İlki bundan sonra blogda ülkeler ve dekorasyon tarzları üzerine olan bir dizimiz olacak. Malum her kültür kendi tarzını yaratıyor, ben de bunlara yer vermek istiyorum. 

İkinci yazı dizisi ise daha bir şenlikli olacak bloga yeni bir renk gelecek. Gezdiğim ülkelerle ilgili gezi yazıları olacak. Bu seriler tabii ki son tatilim olan İspanya ile başlayacak. Bana bir toparlanma izni verin, çok bomba yazılar ve fotoğraflar gelecek. Takipte kalın sevgili okuyucularımmm :)



19 Temmuz 2013 Cuma

Hasta La Semana Que Viene*

Sıklıkla "adios" bilinse ve kullanılsa da asıl anlamı "elveda" olduğu için başlığı herkesin anlayabileceği şekilde değil de benim vermek istediğim anlama göre yazdım :)

Neticede elveda dememi gerektiren bir durum yok. Bütün kış koşturduk, çalıştık, durduk. Bir tatili hak etmişimdir sanırım, izninizle... 

Pratikten düştüğüm vicdan azabı sebebim İspanyolca' mla ve izlerken, dans ederken tüm benliğimde hissettiğim flamenkomla hasret gidermeye İspanya' ya gidiyoruz eşim ve arkadaşlarımızla. Dönüşte dopdolu bir Barcelona-Andorra-Mallorca yazısı sizi bekliyor olacak. Ve bu tatille beraber blogda yeni bir yazı dizisinin de startını vereceğim. Sürprizler için beklemede kalın. Ayrıca bir hafta boyunca decoridea instagram hesabından anlık paylaşımlarımla benle irtibatta kalabilirsiniz :) Bir haftalığına huzurlarınızdan çekiliyorum, beni özleyin :) 


* Başlık tercüme: gelecek hafta görüşmek üzere



18 Temmuz 2013 Perşembe

Dantelli Masa Örtüleri #3 ve Minderler

Dün bahsettiğim "yolda" olan gecikmeli görseller tamamlandı nihayet :) Darısı diğer postların başına... 

Kaç model elime gelirse gelsin paylaşmadan duramıyorum. O yüzden çokluğuna azlığına bakmadan hemen sizler için yayınlıyorum. Daha önce de sizlerle paylaşmış olduğum diğer dantel ve masa örtüsü modellerine şu linklerden ulaşabilirsiniz ilki , ikincisi , hazır koleksiyon , bonusu. Bugünkülerden kız kuleli dantel son zamanlardaki favorilerimden. Kulenin her detayı çok zarif çalışıldığı gibi Boğaz' ın serin sularının üzerindeki pofidik bulutlar da ekstra kibarlık katmış bana göre. Bu güpür çift renk. Fotoğrafta derinlemesine ayırt edilemese de dış detaylar ve çerçeve hafif kırık beyaz çerçevenin içindeki desen ise bej. Yine ketenli kumaşlara daha çok yakışacak enfes bir parça. 

-18-

İstanbul ve Boğaz demişken ona uygun dalgalı bir güpür yakıştırmasam olmazdı. Şık salon takımlarınızın tamamlayıcısı olup davet sofralarınızı zenginleştirecek bir model. Runner veya sehpa örtüsü olarak da son derece şık duracak bir model.

-19-

Daha önce Instagram ve Facebok' tan paylaştığım minder görseli var. Malum yaz ayı balkon bahçe ayları. Saksılardan sonra oturma gruplarını da rengarenk donatma zamanı. Decoridea butik olarak kendi tasarımımız. Aşağıdaki mavi kafesli minderin pembeli seçeneği de bulunuyor. 





Provence tarz hayranı olan sevgili Gizem Hanım' ın siparişleri de hazır. Bu şakayıklı minderlerden dört adet siparişi yola çıkıyor bile. Güzel günlerde kullanmasını dileriz :) Tüm minder çeşitlerinde 2li takım 70 TL, 4lü takım 140 TL ve 6lı takım 200 TL. Tabi bu modelleri bahçe sedirleri ve şeker yastıklarda da çalışabiliyor atölyemiz. Detaylı bilgi için veya hatır sormak için her zaman decorideatr@gmail.com veya decorideatr@hotmail.com a mail atabilirsiniz, bekleriimm! :) 

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Bazen Bazı Şeyler

Sevgili caaanım okuyucularım,

Size bu hafta için planladığım iki adet blog yazım vardı. Çok çok kısacık bir ara vermeden önce sizi yazılarla donatmak niyetindeydim. Ancak şans, talih, kader, kısmet mi desem, Merkür geri hareketinin bütün plan programları bozan, aksilik üstüne aksilik çıkaran, gecikmelere sebep olan huysuz tabiatından mıdır desem bilemedim. (neyse ki 19'unda terk ediyor buraları) Bazen bazı şeyler istediğimiz zamanda olmuyor işte napalım.

Yeni bir ev çekimi geliyordu yolda kaldı, yeni ürün görselleri geliyordu yolda kaldı. Hepsinde vardır bir hayır diyerek sizden bol şans duaları, dilekleri isteyeyim bari de işim gücüm rast gitsin dedim. 

Siz yine de o iki yazının yolda olduğunu, gecikmeli de olsa size ulaşacağını bilin :) İngilizlerin meşhur "keep calm" tabiriyle görüşmek üzere ve hepimize bol şans :)



15 Temmuz 2013 Pazartesi

Oryantalist Dokunuşlar

Aylardan ramazan. Dini ve geleneksel her türlü unsurun yoğunlukta olduğu günler. O zaman biz de biraz oryantalist akıma göz atalım. 

Oryantalist akım dendi mi aklımıza zaten kelime kökü olan "orient" sebebiyle de doğu yöreler geliyor. Buna bizim doğumuzdan başlayıp, Ortadoğu ülkeleri olarak geçen tüm ülkeleri dahil edebilirsiniz. İlla ki her ülke kendi yaşayış biçimini, tarzını, kültürünü de ekliyor. Neticede gözlere şenlik detaylar çıkıyor.

Olmazsa olmaz ilk detay genelde koyu renk ağaçların kullanıldığı oymalı ve tumturaklı mobilyalar oluyor. Bunların ince detay süslemelerinde altın varaklar görülebiliyor. 



Renklerin canlı tonlarında mutlaka patlıcan moru, mürdüm eriği tonları, bordolar ön plana çıkıyor. Tabii ki akseuarlarda da bu tonları altınlarla kombinleyen gösterişli parçalar kullanılıyor. 


Bu tarz evlerde sıklıkla gördüğümüz ahşap kapı, duvar ve tavan süslemeleri vazgeçilmez unsurlardan. İşçilikleri bir hayli özenli olan bu detaylar mekanlarda aksesuar kullanımına bile gerek bırakmayabiliyor zaman zaman, o derece göz dolduran bir iddiada yani. Bir diğer seçenek de ahşap paravanlar. Özellikle yatak odalarındaki kullanımı son derece şık. 


Kapı veya tavan süslemesinden ziyade aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüze benzer duvar süslerini ben daha çok beğeniyorum. AliBaba ve Kırk Haramiler' deki gibi "açıl susam açıl" dediğinizde tüm heybetiyle iki kenara doğru açılacak bir heybeti var :) ve tabii ki mistisizmi.  



Koyu renk ferforjeler kullanılmış olan yatak odası detayları kalın kadife perdelere hafifletici bir etki yaratacaktır. Çin halısı, ipek ve Afgan işi kilimler ve halılar yerleri süslerken özellikle Fas ve Tunus' ta sıkça görülen sarkıt avizeler de aydınlatma seçenekleri oluyor.




Oryantal esintilerin aslında en önemli unsuru da şark köşeleridir. Siz de evinizde veya yazlıklarınızda şark köşesi oluşturmak istiyorsanız ille de en geleneksel desenleri kullanmak zorunda değilsiniz. Özellikle yazlıklara uyarlamak isterseniz kırmızı veya bordo minderler üzerini kırmızı, turuncu ve bordonun farklı tonları ve etnik desenlerden oluşan yastıklarla donatabilirsiniz. Aşağıdaki resimden de esinlenebileceğiniz gibi çeşitli ebatlarda fenerler, kandiller ortamı daha zenginleştirecektir. 


Siz oryantal tarz dekorasyonun en çok hangi yönlerini seviyorsunuz??? Hadi bana yazın.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

İftar Güzellikleri

Bir ramazan daha geldi işte. Uzayan saatler, yoğun çalışmalar, çağımızın düzenli ilaç kullanımı gerektiren hastalıkları derken oruçlar iftarlar unutulur oldu. Oruç tutulamasa bile Ramazan ayını iftar sofralarıyla geçirmek gerektiğine inanan ve uygulayan bir ailede büyüdüm. O yüzden o telaşlı hazırlığı ve tüm detaylarını oruç tutsam da tutmasam da severim. Ne de olsa çocukluğumuz pide kuyruklarında geçti :)

Madem konumuz dekorasyon ama zamanımız ramazan; o halde evde hazırlanan zengin sofraların yanısıra iftarı tüm gelenekselliğiyle yaşatan birkaç mekan önermek istiyorum. Öncelikle belirtmeliyim ki iftar menülerini fiks menü olarak hazırlayan mekanları tercih edecekseniz mümkün mertebe normalden biraz daha kalburüstü bir tercih yapmanız. Aksi takdirde standard zamandaki kaliteden bile ödün verilebiliyor / servis çok hızlı veriliyor / yine de yemekler istenen sıcaklıkta olamayabiliyor. Bu "yemekleri verelim de bitsin bu telaş" hızındaki mantık ve servisten hiç hoşlanmıyorum şahsen. O yüzden sürpriz yaşamayacağınız birkaç fiks menülü ve açık büfeli öneride bulunacağım.

* Asitane Restaurant - Edirnekapı: Her Ramazan gitmeye çalıştığım Osmanlı Saray mutfağı olarak hizmet veren İstanbul' daki tek restaurant. Edirnekapı'daki Kariye Müzesi'nin hemen yanında, restore edilmiş bir Osmanlı konağının bahçe katında bulunan mekan yalın dekorasyonu, Osmanlı' ya dair hiçbir dekoratif unsur içermeyen tarzıyla gelenlerin sadece muhteşem yemeklere konsantre olmasını sağlıyor. Ramazanda fiks menü servis eden ama iftarınızı ederken arkanızdan koşturmayan mekanın bu yılki menüsü biraz daha bilindik tatlar olmuş. Açıkçası önceki yıllarda deneyip bayıldığım yeşil domates çorbası, börek-i makiyan, borani-i hassa gibi daha farklı tatları aradı gözlerim. Bu yılki kişibaşı fiyatı 85 TL. Ulu çınarların serinliğinde bir iftar veya normal zamanda bir akşam yemeği için rezervasyon: 0212 635 7997 

* Meyan Cafe Restaurant - Kağıthane: Bölgenin en iddialı restaurantlarından olan Meyan, yenilenen menüsü ve kadrosuyla Ramazan' a hazır. Fiks menü fiyatı 40 TL olan mekan kuvvetli kadrosuyla yaza özel iftar menüleri hazırlamış. Rezervasyon için 0212 210 0494-95

* Radisson Blu Pera - Tepebaşı: Çiçeği burnunda bir otel. Test etmek için de mükemmel zaman. Siz de benim gibi çok yeni açılmış otellerde kalmaktan ve yemek yemekten (bu kaşığı ilk ben kullanıyor olabilirim duygusundan) hoşlanıyorsanız siz de 59 TL'ye enfes bir fiks menü için hemen rezervasyon yapabilirsiniz. 0212 377 2500

* Swissotel İstanbul - Maçka: Nezih atmosferi ve güzeller güzeli boğaz manzarısıyla Cafe Swiss' in terasında açık büfe olarak alabileceğiniz iftar kişibaşı145 TL. Rezervasyon 0212 326 1100

* Four Seasons Sultanahmet: Sultanahmet şubesinin otantik atmosferinde avludaki Seasons restaurantta açık büfe olarak iftar etmek isterseniz kişibaşı fiyatı 120 TL. Rezervasyon: 0212 402 3000

* Çırağan Palace Hotel Kempinski: Eski gelenek göreneklere saray dokunuşu ve zerafetinde, üstelik de canlı ud ve kanun müziği eşliğiyle iftar keyfi yapmak isterseniz Tuğra restaurantta 160, Laledan restaurantta ise 150 TL' ye iftar yapabilirsiniz. O rafine ambiyansı deneyimlemenizi tavsiye ederim. Rezervasyon: 0212 326 4646 

Bunlar benim derlediklerim. Sizin de aklınıza gelen ve gönül rahatlığıyla önerebileceğiniz iftar mekanları varsa haydi paylaşın, herkes faydalansın!

Sevgiler, bol bereketli iftarlar...


8 Temmuz 2013 Pazartesi

Decoridea Balköpüğü Blogda

Balköpüğü blogu duymayanınız yoktur diye tahmin ediyorum. 2012' nin başında yayın hayatına başlayıp deyim yerindeyse "yıldız gibi parlamış olan" bir blog ve yazarı Merve Gizem Oluş. Kendisi aynı zamanda 2012 Hürriyet gazetesi Bumerang Ödülleri' nde En Sosyal Blog ödülünü aldı. 

Çeyiz hazırlığında olduğundan kendisine ufak bir jestimiz olmuştu, buna blogunda yer vermiş, kendisine teşekkür ediyoruz. Balköpüğü tasarım bloguna bu adresten ulaşabilirsiniz. 



Bunu Biliyor Muydunuz?

Bu haftasonu Hürriyet köşe yazarı Gila Benmayor dünyanın en eski ve en prestijli seramik markası Villeroy&Boch hakkında bir yazı kaleme almıştı. Hikayenin detayları çok hoşuma gittiğinden sizinle de paylaşmak istedim.

Siz yazının tamamını okumadan önce ben anahatlarına değinip iyice meraklandırmak istiyorum. Her gruptaki ürünleriyle dikkat çeken bu firmanın %51 ortağı aslında 2007 yılından beri Eczacıbaşı grubu. Kökeni 1748 yılına dayanan bu güçlü firmanın nasıl bugünlere kadar başarıyla gelebildiğine ve Alman-Türk ortaklığına geçiş öyküsüne buradan ulaşabilirsiniz.




5 Temmuz 2013 Cuma

Art2-B Organizasyon ile Röportaj #1

Ve beklenen röportaj! Size birkaç baby shower ve doğumgünü organizasyonu yazdıktan sonra işin mutfağından birileriyle görüşmek şart olmuştu. Partilerin yeni gözbebekleri, hızır gibi yetişip her yeri şenlik havasına dönüştüren organizasyon firmaları. Bunlar arasında yaptıkları işleri instagram' dan takip ettiğim ve çok beğendiğim Art 2-B ile çok keyifli bir röportaj yaptım. Tüm işlere sonsuz bir enerjiyle yetişip her doğumgününe kendi çocuğununki gibi, tüm bekarlığa vedalara kendilerininki gibi koşturup hazırlanan iki organizasyon perisi sevgili Begüm Kizir ve Burcu Çoker ile görüştüm. 
İkisi de çok canayakın ve hevesliler. Buyurun bakalım röportaja. 


* Bekarlığa veda, baby shower organizasyonu işine ne zaman başladınız?
Burcu: 6 ay önce.


* Yola çıkış hikayeniz nedir? Art 2-B nasıl oluştu?
Begüm: 10 yıla dayanan bir dostluğumuz var Burcu ile. 6 ay önce benim işten ayrıldığım bir dönemde, kendisi de doğum izninin bitişinde ikimizin de kendi işini yapma isteğiyle doğdu. 
Burcu: Benim oğlumun 1. doğumgünü hazırlıklarından feyz alarak, kendi zevkimize de güvendiğimizden bu işin içinde olmak istediğimizi anladık. Aslında başta fikir doğumgünü mekanı şeklindeydi ama bunu daha sonraki bir hedefimiz olarak belirleyip organizasyon olarak başladık. 
Begüm: Art-2B ismi için ise bu organizasyonlarda geçen İngilizce terimler olan mom-to-be (anne adayı), bride-to-be (gelin adayı) den esinlenerek, yaptığımız işi de sanat olarak gördüğümüz için ikimizin baş harfini birleştirerek markamızı oluşturmuş olduk. 




* Hangi okullardan mezunsunuz?
Burcu: İstanbul Üniversitesi - iktisat.
Begüm: Yeditepe Üniversitesi - sanat yönetimi


* Tüm düzenlediğiniz organizasyon başlıklarını alabilir miyiz?
Burcu: Baby shower, mevlid, doğumgünü, diş buğdayı, hastane odası süslemeleri, kına, bekarlığa veda, gelin hamamı, bridal shower ve sünnet organizasyonları. Tüm organizasyonu da üstlenebiliyoruz, sadece ürün, süsleme tedariği de yapabiliyoruz. Malzeme tedariğinde şehir dışına da gönderimlerimiz var.


* Sektörde bu işi yapan benzer firmalar var. Art 2-B' yi neden tercih etmeliler, farkınız nedir?
Begüm: Biz her işi kendimize hazırlıyormuşuz gibi bir özenle ele alıyoruz. Renk, tema seçiminde yardımcı oluyoruz, sonrasında ise tüm detayları sahibine sunmadan önce bizim içimize sinmesi gerekiyor. Butik çalıştığımız için de herhangi bir üründe ya da görselde minimum kotalarımız, sınırlamalarımız yok, istenilen her adette çalışabiliyoruz. 


* Bugüne kadar size gelen en ilginç tema/konsept ne oldu?
Begüm: Turuncu-pembe birlikteliği istenmişti, yanyana duruşu ve kombinlemesi riskli renklerdi, çok dikkatli tonlamaların seçilmesi gerekir. 
Burcu: Bir de benim oğlum Rüzgar iş makinalarına, kepçe ve kamyonlara aşırı ilgi duyup onları saatlerce izleyebildiğinden ondan yola çıkarak 2. doğumgünü için bu konseptte çalıştık. Eğlenceli bir iş çıktı ama genelde pek görülmeye alışık olunan bir tema değil :)



* Yaşadığınız ilginç bir olay var mı?
Begüm: İlginç değil de son anda fikir ve konsept değişiklikleri isteniyor, bunlar biraz sürpriz oluyor :)


* Çocuk doğumgünleri mi yoksa kına- bekarlığa vedalar mı daha heyecanlı ve atraksiyonlu geçiyor?
Burcu: Aslında hepsi ayrı özel çünkü her yeni iş yeni tema yeni heyecan demek, sıfırdan başlamak demek. Hatta ne kadar farklı konsept talebi gelirse bizim için o kadar daha keyifli.




* Çalışma şekliniz nasıl oluyor? Hangi adımları takip ediyorsunuz organizasyon sahipleriyle?
Begüm: Önce istenilen renk ve tema üzerinde konuşuyoruz. Sonrasında biz görselleri düzenleyip son onayı aldıktan sonra sunum ve ikramları hazırlıyoruz.  

* Bu işin en zor ve en keyifli yanları nedir?
Burcu: Görsel hazırlık ve el işi gerektiren kısımlar zor ve zaman alan yanı.
Begüm: İşin bittiği an ve fotoğraf çekimi ise en güzel yanı.


* Size organizasyon tarihinden ne kadar zaman önce başvurulmalı?
Begüm: Minimum 10 gün önce.
Burcu: Ne kadar erken olabilirse o kadar yaratıcı fikirler ortaya çıkar, üzerine daha rahat ve uzun süre düşünebiliriz. Sonradan konsept değişikliği bile olsa manevra için yeterli zamanımız kalmış olur, beklenenden daha güzel işler çıkar.

* Sizinle çalışmak isteyenler nasıl iletişime geçebilir?
Begüm: Websitemiz http://art2-b.com dan yaptığımız işlerin detayları görülebilir.
Burada tüm telefon ve mail bilgilerimiz de mevcut.
Burcu: Daha güncel görseller için de bizi Instagram hesabımızdan takip edebilirler.

Bu keyifli sohbet için çok teşekkürler kızlar! :) Ellerinize, emeğinize sağlık.










Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...