Luxor' da uyandığımız ilk sabah yine erkenden yollara düşüyoruz. Bu kez istikamet Krallar Vadisi. Gözünüzün alabildiğine geniş dağların yamaçları arasında kalan bu vadide Tutankamon ve Ramses' lerin de dahil olmak üzere yüzlerce firavunun mezarı bulunmaktadır. Ana vadiye golf arabalarıyla taşınıyoruz ve tur başlıyor.
Mezarların çoğu ziyarete kapalı ancak açık olanların bile tamamını gezmeye kalksanız birkaç gün geçirmeniz gerekir. Mezarların içi elbette hiyerogliflerle dolu.
İşte Tutankamon' un mezarının girişi... Zamanında açanlar yeterince lanetlenmiştir, bize bir şey kalmamıştır diyerek içini geziyoruz :) Gerçekten de soyula soyula bir şey kalmamış, geri kalanlar da Kahire' deki milli müzeye taşınmış.
Buradan ilerleyip Kraliçeler Vadisi' ndeki mezarları ziyarete gidiyoruz. Ve dağa oyularak yapılmış olan kraliçe Hatşepsut Tapınağı karşısında büyüleniyoruz ve "vayy be ne sevgililer varmış" diyoruz. Çünkü resmi kaynaklar tapınağın Hatşepsut' un kendi tarafından yaptırıldığını söylese de Mısırbilimciler (egyptologists) tasarımını danışmanı Senmut' un yaptırdığına inanmaktadır, işin dedikodu kısmı ise Senmut' un Hatşepsut' un sevgilisi olduğudur.
3. Amenhotep' i temsil eden Memnon heykelleri.
Buradan dünyanın en büyüğü olan Karnak Tapınağı' na geçiyoruz. Yine muazzam büyüklükte bir yapı karşılıyor bizi. Sütunlar kolonlar o kadar yüksek ki bu azamet karşısında kendinizi zavallı hissedebilirsiniz. Eskiler halka nasıl bir güç gösterisi yapılması gerektiğini iyi biliyormuş. Güneş tanrısı Amon Ra' nın evi olarak inşa edilmiştir.
Güneş tanrısının sembollerinden biri olan scarab yani bokböceğinin şans getirdğine inanılırmış, bu inanış ise hala devam etmekte. Öyle ki tapınakta heykeli bulunan bokböceğinin etrafında sağa doğru 7 tur, sola doğru 7 tur atıldığında dileğinizin kabul olacağı söyleniyor, inanıp inanmamak size kalmış :)
Buradan sonra mumyalama müzesine doğru yol alıyoruz ancak hiçbir şekilde fotoğrafa izin verilmediğinden internetten bir görüntü paylaşıyorum sizinle...
Bugünün programı o kadar yoğun ki anlat anlat bitmiyor, mumya müzesinden sonra papirüs satılan bir mağazaya gidiyoruz ve burada papirüsün nasıl yapıldığıyla ilgili bilgi alıyoruz. Bununla ilgili video ile baş başa bırakıyorum sizi.
Biraz mola için gemimize geri dönüyoruz, sabahtan beri tapınak arşınlamaktan tükenen vücutların dinlenme zamanı. Ama bitmiyor elbette, gece ışıklandırılmış halini görmek üzere merkezdeki Luxor tapınağına gidiyoruz akşam yemeğimizden sonra.
Yeni Krallık döneminde Amenhotep lll tarafından yaptırılmıştır.
Tapınağın tepesinde gördüğünüz bu eski ev özellikle bozulmadan korunmuş, amacı ise tapınağın yüzyıllar içinde nasıl toprak altında kaldığını ve üzerine yeni yaşamlar inşa edildiğini gösterebilmek için...
Ertesi sabah gemimizden ayrılma vakti ve yollara vuruyoruz kendimizi. Bu kadar tapınak toz toprak içinde tarihe gömüldükten sonra kendimizi serin sulara atma vakti geldi. Mısır' ın en nadide sahilleri en çok Sharm El Sheikh olarak bilinir ama Hurghada da deniz olarak size harikalar yaşatır.
Hilton' dan Sheraton' a varan 5 yıldızlı otellerin yan yana dizildiği sahilde bizim otelimiz Hilton olarak ayarlanmıştı. Her zamanki Hilton kalitesi olduğundan hiçbir sıkıntı yaşamadan keyifle konakladık. Huzur veren bir sahili ve şubat ayına rağmen girilebilen bir denize sahipti. Günün yorgunluğunu burada attıktan sonra otelimizdeki akşam yemeğinden sonra yine onlarca hediyelik eşya dükkanlarının sıralandığı caddede turladık. Gece de turumuzdan birkaç arkadaşla beraber o dönem en in mekanlardan olan gece kulübü Calypso' ya gittik.
Güzel müzikleri ve servisiyle başarılı bir mekandı. Yalnız bir kez daha anladık ki şu dünyada gece kulübüne gidip de kasılan, gönlünce eğlenemeyen tek millet biziz. Gerek turist gerek yerel halk o kadar doğal, içinden geldiği gibi ve kendi halinde ki siz de kendinizi bu ortama ait hissediyorsunuz. Sizin için araştırdım, Calypso hala hizmet veriyor, aklınızda olsun.
Ertesi sabah gözlerimizi böyle muhteşem bir gün doğumuna açıyoruz, dedikleri kadar varmış, bulutsuz, çok etkileyici bir manzara. Kahvaltımızı ettikten sonra kapıda jeeplerimiz bekliyor bizi çölde safari turuna götürmek için. Mısır çöllerinde safari daha önce anlattığım Dubai çöllerindeki safariden biraz farklı. dağ bayırı jeeplerle inip çıkmıyorsunuz, araçlar sizi o mevkilere götürüyor, kendiniz yürüyerek çıkıyorsunuz.
(bu örnekte gördüğünüz gibi, yine de harika bir deneyim)
Çöle gelip serap görmesek eksik kalırdık, neyse ki onu da görüyoruz :)
Öğlen yemeğimizi bedevi çadırında yedikten sonra sıra develere binmeye geliyor. İlk kez bindiğim için tedirgindim ama tavsiyelik bir tecrübe, gitmişken onu da yaşayın derim.
Bu kadar kısa mesafede bile arkadaki tepeciklerin oluşturduğu perspektif hayran olunası...
Çölde gün batımını da yine bir tepeye çıkarak izledikten sonra günün yorgunluğunu Arap müzikleri eşliğinde atıyoruz geri dönüş yolunda.
Ertesi günkü programımız ise daha da iç açıcı: tekne ve Giftun adası turu. Özellikle dalış meraklıları için kaçmaz bir tur. Hurghada sahillerinden açıldığımız Kızıldeniz bize eşsiz enstantaneler sunuyor. Gök mavisinden turkuazın her tonunu yakalayabildiğimiz bu turda mercanların bol olduğu her yerde duraklama yapıp denize atlıyoruz, evet şubat ayında kuzey yarımkürede :) ama muhteşem bir his, kesinlikle ısırmayan serinlikte bir deniz.
Miller aşılıp Giftun adasına vardığımızda dünya gözüyle bir tane daha böyle cennet yer gördüğüm için kendimi şanslı sayıyorum ve şükrediyorum. Kumun yumuşaklığına denizin rengine ve berraklığına inanamazsınız. Gitmeyenin duymayacağı bilmeyeceği bir yer Giftun adası ancak gideni de fazla fazla tatmin ediyor.
Bir sonraki günümüz turun can damarı, kalbi olan Giza Piramitlerine ait. Elbette artık Hurghada ile vedalaşıp karmaşa ve kaos dolu başkent Kahire' ye giriş yaptık.
Sabahın erken saatlerinde Giza tepesine geldiğimizden hava biraz puslu. Ama dünyanın yaşayan harikalarından birini görmemize engel değil. Yanlarına yaklaştıkça azametleri karşısında irkiliyorsunuz ve kendinizi küçücük hissediyorsunuz. Mısır' da nedense sık sık bu duyguya kapılıyor insan. Yapılan tüm açıklamalara rağmen asırlar öncesinin inşaat tekniklerine ve insan gücüne, zekasına akıl erdiremiyorsunuz. Keops, Kefren ve Mikerinos. Belki tüm hazineleri yağmalanmış, kalanlar kurtarılmış, Kahire başta olmak üzere dünyanın çeşitli müzelerinde yer aldığından içleri bomboş birer taş yığını. Ancak resimden bile belli olan muhteşem geometrik şekilleri ve özellikleriyle bizi bizden alıyor. Piramitlerin birkaç önemli sırrını öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Giza havzasındaki diğer önemli yapıt Büyük Giza Sfenksi, MÖ 2700lü yıllarda yapıldığı sanılıyor.
Giza bölgesinden sonra Kahire' nin daha içlerine iniyoruz ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa camisini geziyoruz.
Bu karmaşık şehirde her an her saat insanı canından bezdiren, İstanbul' u aratan bir trafik var.
Böyle değişik mimaride camilere de sık sık rastlanıyor.
Mısır' ın en önemli üniversitelerinden El Ezher Üniversitesi. Üniversite yakınında bulunan park şehrin nefes alma noktalarından. Burada gölet yanında yer alan bir restaurantta yediğimiz öğle yemeği ise fevkaladeydi. Humusu bana sevdiren ve yediğim her yerde oradaki tadı aratan mekan oldu, ismini ne yazık ki hatırlayamıyorum.
Kahire sokaklarından görünüm...
İşte bu gördüğünüz bina tüm Mısır' ın özeti de denebilir. 5000 yıllık bir tarihe ışık tutan Kahire Müzesi' ne girdiğinizde kendinizi bambaşka bir dünyada hissedeceksiniz. Avrupa' da görmeye alıştığımız son teknoloji, modern müzelerden değil, hatta bin yıllara dayanan kalıntıların saklanma koşulları gelecek nesilleri de düşününce yer yer içler acısı bile denebilir. Yine de kendinizi odalar arasında kaybetmemeniz işten bile değil.
Tutankhamon' un mezarından getirilen lahiti.
Günü burada bitirerek otelimize dönüyoruz. Ertesi gün günübirlik düzenlenen İskenderiye turumuz var. Yol üstünde kendi hayvanat bahçesi olan bir yerde mola veriyoruz.
Benim gibi ne yazık ki kedi fobisi olan biri için yavru kaplan seviyor olmak ayrı bir vakaydı :)
Gelelim İskenderiye' ye. Bu şehir Mısır' ın Ortadoğu' dan çok Akdenizli yüzü. Tüm sahil şehirlerinin güzelliği ve naifliğiyle sizi kucaklıyor. Ben biraz İzmir' e biraz da Havana sahil şeridine benzettim. Elbette Arap unsurları baskın yer alıyor.
İlk durak Mısır Kralı Faruk' un inşa ettirdiği Montaza Sarayı ve bahçesi. Buradan sonra deniz şehrinde balık yenir diye düşünerek deniz manzaralı bir restauranta geçiyoruz.
Öğle yemeğinden sonraki durağımız ise tarihteki İskenderiye Feneri' nin yerine inşa edilen Memlüklülerden kalma Kayet Bay kalesi.
Yol üzerinde Abul Abbas Camii' ni görüyoruz. Tipik bir Arap mimarisine sahip camiyi ben çok beğendim.
Mısır bugünlerde Ortadoğu' da zor günler yaşayan bir ülke olabilir ama kesinlikle bir kültür ve medeniyetler ülkesi. Dünyanın en büyük kütüphanelerinden biri olan İskenderiye Kütüphanesi' ni gezmeye gidiyoruz. İçeri girmek için bile bir kütüphaneden tahmin edilmeyecek kadar sıra bekliyoruz.
İster modern ister tarihi olsun kütüphanelerin her türü kabulüm.
Akşam yemeğimizi de Grand Cafe Fish Market' ta yine denize nazır yedikten sonra 9 gün süren çok maceralı, epey tarih ve kültür kokan Mısır turumuzu tamamlıyoruz. Umarım benim her anından ve her adımından etkilendiğim bu ülkeyi gezebilmeniz için ilham kaynağı olabilmişimdir :) Mısır yazılarımın ilk bölümü için buraya tıklayabilirsiniz.
Sevgiler...