THY' nin 06:30 seferini seçerek ne isabetli bir karar aldığımızı henüz kahvaltı saati geçmemişken Gümüşlük' teki Limon' a varınca anladık. Önceden Bodrum Rent a Car' dan kiraladığımız arabamızla kendimizi yola attık. Arkadaş tavsiyesinin ne kadar önemli olduğunu da bir kez daha anlamış olduk. Biz Limon' a vardığımızda mutfağın yeni açılması bir yana doğa bile uykusundan yeni uyanıyordu.
Muazzam bir yeşilin içinde, kuş cıvıltıları sizin afyonunuzu patlatmaya çalışırken menü geliyor. Listenin az görünmesi gözünüzü korkutmasın. Bir anda masa öyle bir donatılıyor ki her yediğinizi dünyanın en lezzetlisi ilan ediyorsunuz. Bir de yanına kuş seslerini bastırmayan hafiiif bir caz parça eşlik edince kendinizi direk cennette sanabilirsiniz benden söylemesi.
Benzerini İnegöl Besler köftecide ancak kışın yiyebileceğiniz lezzette bir kaymak, eşlik eden bal ve susam eklenince bu kadar mı basit ama lezzet taşar. Peki bildiğimiz lorun yanına hanginiz daha önce karadut koydu? Hamurişi olan petullasını da özellikle tavsiye ederim.
İlginç dekorasyon unsurlarıyla da her köşede başka bir sürpriz bekliyor sizi. Tabii bahçenin asil hanımefendisi mis kokulu incir ağacını da unutmamak gerek. Bodrum' a gelirseniz "must see" adreslerden biri, bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.
Sabahı hala öğleye bağlayamamış olduğumuzdan otele geçmek istemiyoruz ve direksiyonu Yalıkavak' a kırıyoruz. Son yılların gözdesi marinaya uğramamak olmaz. Aslında zaten Yalıkavak' ın en civcivli yeri de Palmarina. "Olacak" demek daha doğru olur aslında çünkü henüz tadilatı bitmemiş birkaç restaurant, mağaza ve tatile girmemiş okulları düşündüğümüzde kalabalığın hücum etmediği huzur dolu da bir ortam söz konusu.
Marinaların en sevdiğim yanı her şeyin denize ve tekneye endeksli oluşu. Restaurant menülerinden tutun da standart markaların sadece marinaya özel deniz (giyim, aksesuar, teçhizat) temalı olarak yer alması. Benim gibi bir deniz aşığı içinse mabed! Yalıkavak merkezde ve Palmarina' da turladıktan sonra artık iyice kendini hissettiren sıcakla beraber otele doğru yola koyuluyoruz.
Otelimizi belli kıstaslar(!) doğrultusunda (butik olsun, deniz kenarı olsun, yeni olsun, temiz olsun, uzak olmasın) Gündoğan' daki Olira Butik Otel olarak belirlemiştik gelmeden 3 hafta kadar önce. (Bilgilerine buradan ulaşabilirsiniz.) Nisan ayında Bodrum denizine girmek gibi bir niyetimiz olmasa da(!) yine de denize yakın olalım istemiştik.
Eski bir tersaneden 3 minik bloklu bir butik otele dönüşmüş. İçinde spası da vardı ancak aklımız kalsa da bir türlü vakit bulup değerlendiremedik. Gitmiş ve bilgi verebilecek olanınız varsa yorumunuzu beklerim :) Otelin plajının mavi bayraklı olduğunu da ayrıca eklerim.
Odamızın manzarası...
Öğle güneşi tepemizi pişirdiğinden "yok canım nisanda ne denizi ama şuncacık bikini dursun valizde nolcak" diyerek çantaya attığımız mayolar anında çıktı "e güneşlenelim bari" fikriyle. Ama o da öyle olmadı pek. O mayoyu giydin mi denize giriliyormuş arkadaş* (*bu cümleye dikkat, önümüzdeki ay aynı cümleyi Mısır yazısının devamında da kuracağım) Çok kısa süreli ve donarak girilebiliyorsa da girdik mi girdik, 2014' ün açılışını yaptık en azından. İlk günden de bir hayli kavrulduk desem yeridir.
Akşam yemeği için atladık arabaya istikamet tekrardan Gümüşlük ve Melengeç restaurant. Nasıl bir akşamüstü sıcağı, bronzlaşmış cilt ve hep esen o Bodrum rüzgarı ile sizi yazda hissettirmeye yetiyor.
Bir de sahildeki dizili balıkçıları geçip de tenha bir koyda yer alan Melengeç' i görünce kendimizden geçiyoruz. Ufacık kumsalına atılmış tertemiz bembeyaz masa ve sandalyeler, tepeden karışık nizam sallanan Bodrum' un meşhur kabakları ve nerede olduğumuzu bize tekrar hatırlatan pespembe begonviller.
Harika bir ortamda yenen lezzetli yemek gibisi yok, bunu bilir bunu söylerim. Melengeç' in spesyallerinden olan karides mantısı muazzam, kalamarı ise pamuk kadar yumuşak.
Ve günbatımı...
Yemek bitiminde gelen canlı çiçeklerle bezeli bu çay tepsisi ise alkışı hak eder.
Gece biraz gezinmek için Turgutreis marinaya geçiyoruz. Ancak fazla bir hareketlilik olmadığından Bodrum merkeze inip biraz dolaştıktan sonra günümüzü bitiriyoruz.
Ertesi sabah otelimizin huzur veren manzarasında kahvaltı ettikten sonra yola bu kez Türkbükü için çıkıyoruz.
Türkbükü' nün ise %60-70' i tadilattaydı denebilir. Hummalı yaz sezonunun açılmasına pek bir zaman kalmadı ne de olsa. Biz yine otele dönüp bir deniz sefası daha yapmaya karar veriyoruz.
2 günlük D vitamini depolamasının ardından son akşam yemeğimiz için Palmarina' da bu kez Sait' in yolunu tutuyoruz. Özellikle ahtapot ızgarasının methini duyduğumuz mekan gerçekten çok başarılı. Palmarina' nın en uzak köşesinde ama kendine ait harika bir günbatımı manzarasına sahip. İyi meze, iyi balık, iyi ambiyans için gelinmeli.
Açılış hazırlıklarına şahit olduğumuz ve tam da o gün açılan Bodrum' un yepyeni İtalyan dondurmacısı Pioppo Gelato ile finali yapıyoruz. Şu an açık ara Türkiye' deki en iyi Roma dondurmacısı diyebilirim. O kadar taze, doğal ve gerçek ki şeftalili dondurma yerken aroma değil, gerçekten şeftali yiyorsunuz. Bodrum' un bu yaz yıldızı olur kesinlikle. Hele aşağıdaki fotoğrafta da masmavi gördüğünüz İtalyan karameli bir harika. Aklımı resmen orada bıraktım da geldim. Ancak büyükşehirlerden kaçıyor olmaları İstanbul' da olası bir şubeye dair tüm hayallerimi söndürdü malesef. Kısacası gidin ve tadın.
Normal şartlarda Bodrum' un aşırı kalabalığı bize hitap etmediğinden daha Çeşme taraftarı olan bir çift olarak bu yaptığımız nisan kaçamağından sonra (çoğu emekli gibi) "Bodrum asıl baharda güzelmiş" diyerek bir daha ne zaman geleceğimizin bilinci, ferahlığı ve mutluluğuyla bitiriyoruz bir tatili daha...
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder